Voyvoda III. Vlad Tepeş (d. 1431 Segeşvar, Macaristan Krallığı–ö.
Aralık 1476 Bükreş yakınları, Eflak Prensliği), Kont
Drakula ya da Kazıklı Voyvoda (Rumence: Vlad Țepeș) 1448, 1456-1462 yılları
arası ve 1476 yıllarında Eflak beyliğinin voyvodası (prens)
idi.[1]
III. Vlad’ın babası ve büyük kardeşi II. Mircea (soylular
tarafından gözleri yakılıp canlı canlı gömüldü) öldükten sonra Osmanlı padişahı
politik gücünü korumak için, anarşinin hüküm sürdüğü Wallachia topraklarının
tahtına ‘kukla’ hükümdar olarak III. Vlad’ı atadı. Ancak bu hükümdarlığı,
Macaristan’ın vekil prensi John Hunyadi’nin topraklarını işgali sonucu kısa
sürdü ve III. Vlad, amcası II. Bogdan’a kaçtı ve 1451 yılına kadar koruması
altında kaldı.
Osmanlılar tarafından Kazıklı Voyvoda, kendi milleti Ulahlar
tarafından Tepeş (cellat), Macalarlar tarafından ise Drakul (şeytan) olarak
adlandırılan III.Vlad, kardeşi Radul ile birlikte 1442 yılında Eflak tarafından
Osmanlılar’a rehin verilmişti. Osmanlılar’a rehin verildiğinde on iki yaşında
olan Vlad, Edirne sarayında tutuluyordu. Burada Şehzade Mehmed (II.Mehmed) ile
birlikte Molla Gürani’nin derslerine katıldı.
Fatih Sultan Mehmed, kendisi ile iyi ilişkiler
içerisindeki Vlad’ı 1456’da Eflak prensliğine atadı. Zeki ve cesur bir yapısı
olan Vlad, Osmanlılar’dan öğrendiği komuta ve idare yetenekleriyle kendisini
kabul ettirdi. Boğdanlıları ve Macarları birkaç defa bozguna uğratmıştı.
Osmanlı Devleti’ne sadık görünüyor, her yıl haracını
bizzat padişaha getiriyordu. Padişah da kendisine hil’atler giydirip ihsanlarda
bulunuyordu. Ancak Fatih, Mora ve Karadeniz sahilleri ile uğraşırken Vlad
eski bağlılığını göstermemeye başladı. Artık vergilerini bizzat getirmek bir
yana, hiç göndermiyordu. Kendi hükmü altındaki insanlar dahil olmak üzere çevre
ülkelerin de mensuplarına zulüm etmeye başladı. Batılı kaynaklar onun
işkencelerinden uzun uzun söz etmekte ve vahşi bir canavara dönüştüğünü
anlatmaktadır.
(Kazıklı Voyvoda'nın Şatosu)
III.Vlad, kazığa geçirdiği insanların oluşturduğu bir
dairenin ortasında saray halkı ile beraber yemek yemekten büyük zevk alırdı.
Özellikle de Türkleri bu işkenceyle öldürmek onun için bir tutku haline
gelmişti. Eline Türk esirler geçince, ayaklarındaki derinin yüzülmesini, açığa
çıkan etin üzerine tuz dökülmesini ve ızdırabın artması için keçilere
yalatılmasını emrederdi. Bir gün şehirdeki bütün dilencileri çağırtarak büyük
bir ziyafet verdi. Dilencileri iyice doyurduktan sonra masayı ateşe verdirip,
hepsini diri diri yaktı. Bir defa da birkaç kadının göğüslerini kestirip
yerlerine çocuklarının başlarını diktirmişti. Bazı kadınları da kazanlara
attırıp haşlatıyor, etlerini çocuklarına yediriyordu.
İnsanları doğramak, kazanlarda kaynatmak için özel yöntemler
uygulamıştı. Bir gün eşek üzerinde tesadüf ettiği bir papazı eşekle birlikte
kazığa geçirtti. Hamile olduğunu söyleyen bir sevgilisinin karnını yarıp doğru
söyleyip söylemediğine bakmıştı. Dil öğrenmek için Eflak’a gelen dört yüz Macar
ve Erdelli genci casus oldukları gerekçesi ile diri diri yaktı. Bohemyalı altı
yüz kadar tüccarı da Pazar yerinde kazığa vurdurdu. Bunların hepsini bir şenlik
havasında yaptı.
Tüm bunlardan haberdar olan Fatih, kendisini kolay yoldan
cezalandırmak istiyordu. Bunun için Silistre Beyi Kâtip Yunus Bey’i Vlad’a
yollayarak vergisini bizzat İstanbul’a getirmesini istedi. Vlad ise İstanbul’a
geldiğinde Eflak’ın korunması için Fatih’ten asker istediğini bildirdi. Fatih,
Niğbolu sancakbeyi Hamza Bey’i bu istek üzerine Eflak’a gönderirken Vlad’ın
mutlaka getirilmesini de emretti. Hamza Bey ve askerleri Tuna önüne geldiğinde
nehrin donmuş olduğunu görüp beklemeye başladı. Vlad ise Fatih’in tasavvurundan
haberdar mı olmuştu yoksa bir planla mı asker istemişti bilinmez, donmuş olan
Tuna’yı geçerek, herhangi bir saldırı beklemeyen Hamza Bey kuvvetlerine baskın
verdi. Bu baskında Kâtip Yunus Bey şehid olurken Hamza Bey de esir düştü. Bütün
esirler kol ve bacakları kırıldıktan sonra kazığa oturtuldu. Hamza Bey’in
kellesini Macar Kralı’na yollayarak kendisinden yardım istemişti.
Kazıklı Voyvoda bundan sonra Niğbolu, Vidin ve bütün
nehir boyu şehirlerini yağmalayıp katliam yaptı ve yirmi beş bin esirle Eflak’a
döndü. Bu feci durumu haber alan Fatih hiddetlenerek derhal sefer
hazırlıklarını başlattı. Bizzat kendisi ordusuyla Vlad’ın peşine düştü. Osmanlı
öncü birlikleri, Vlad’ın ordusunu bozguna uğrattı. Ancak Voyvoda’yı ne kadar
arasalar da bulamadılar. Kazıklı Voyvoda, Macaristan’a sığınmıştı.
Osmanlılar ile yeni barış yapmış olan Macaristan Kralı,
başına yeni bir bela açmak istmiyordu. Zulümlerinden Macarların da pay aldığı
Vlad’ı gelir gelmez hapsetti.
Fatih, Kazıklı Voyvoda’nın yerine küçük kardeşi Radul’u
yıllık on iki bin duka vergiye bağlayarak Eflak beyliğine getirdi. Radul
Osmanlılara sadakatini bozmadı.
Macaristan'da hapis kalan Vlad, 1476’da Eflak ülkesinde
yeniden göründü. Boğdan ve Erdel birliklerinin desteğiyle tahtını yeniden ele
geçirdi. Ancak teyakkuz halindeki Mihaloğlu akıncıları Aralık 1476’da Vlad’ı
Bükreş yakınlarındaki Balteni’de iken ansızın bastırarak boğazladılar. Kesilen
başını padişaha gönderdiler.
Hüküm süresi boyunca bir çok vahşete imza atmış olan Vlad
Drakul, kan dökücülüğü sebebiyle vampir olarak efsaneleşmiş ve filmlere konu
olmuştur.
Rakiplerini çeşitli yöntemlerle cezalandırdı ve idam
etti; bu yöntemler arasında en ünlüsü olan "kazığa geçirme",
ölümünden sonra kendisine "Kazıklı Vlad" (Vlad Ţepeş) adının
verilmesine neden olacaktı.(Kazığa geçirilenlerin kanlarını fıçılarda toplatıp
şarap gibi içtiğine dair söylentiler daha sonra onun bir vampir olduğu efsanesine neden oldu.)
1462 yılında III. Vlad'ın ordularının yenilmesiyle Eflak yeniden Osmanlı Devleti'ne bağlanmıştı. Vlad Macaristan'a bağlı bir
beylik olan Erdel'e kaçarak Macaristan kralı Matthias Corvinus'tan yardım istedi. Ancak Eflak'taki Osmanlı
İmparatorluğu'na bağlı yeni yönetimi tanımış olan Macaristan, yardım talebini
kabul etmedi. Vlad Matthias Corvinus'un emriyle 1462 yılında tutuklandı ve Budin'e getirildi. Önce hapsedilen Vlad, daha sonra kral ve
ailesiyle iyi ilişkiler kurdu. 1474 yılında sürgün dönemi sona erdi. Bu tarihten
itibaren Eflak'ı yeniden ele geçirme planları yaptı. 1476 yılında kuzeni Stefan Cel Mare (Büyük Stefan) ile
birlikte Eflak'a döndü ve voyvoda ilan edildi. Aynı yıl 300 askeriyle birlikte
yeniden Osmanlı ordularına yenildi. Öldürülen III. Vlad'ın kesilen başı
öldürüldüğünü ispat etmek için İstanbul'a II. Mehmet'e gönderildi. Vlad'ın bir vampir olduğu rivayeti Almanya, Macaristan ve Rusya'da
yayıldı. Buna rağmen Romen halkı onu bir kahraman olarak görmeye devam
etti.
Vlad Dracula’nın ölümüne dair pek çok varsayım ve söylenti vardır.
İlki Türklerle yapılan bir savaşta 1476 yılının Aralık ayında Bükreş’te
öldüğüdür. Bir başka belge ise tam Türkleri vatanından sürerken ihanete uğrayıp
bir soylu tarafından suikasta kurban gittiğini belirtir. Hatta zafer anında
yanlışlıkla Türk sanılıp kendi adamları tarafından vurulduğuna dair söylentiler
bile vardır. Ancak herkes tarafından kabul edilen bir gerçek var ki başı
Türkler tarafından kesilip İstanbul’a gönderildi ve halkın gözleri önünde
sergilenerek sonunda Kazıklı Voyvoda’nın öldüğü ispatlandı.
Vlad Dracula’ya Ait Öyküler (Alıntı ve
Çeviridir)
- Altın Kupa: Vlad Dracula dürüstlük
ve düzene karşı şiddetli ısrarcılığı ile tanınırdı ve hırsızlar, onları kazığın
beklediğini bilerek nadiren onun hüküm alanında becerilerini gösterebilirlerdi.
Vlad kanunlarının etkisine o kadar güvenirdi ki Tirgoviste meydanında altın bir
kupa sergiledi. Kupa, Vlad’ın hükümdarlığı boyunca oradan hiç çalınmadı.
- Hasta ve Fakirlerin Yakılışı: Refahın
korunmasında titiz davranan Vlad bir gün topraklarında çok fazla fakir,
dilenci, serseri ve sakat olduğunu fark etti. Wallachia’daki bütün fakir ve
hastalara Tirgoviste’de yapacağı ziyafet için çağrı gönderdi. Hastalar ve
fakirlerin hepsi büyük bir salona yönlendirildi ve bütün yemenin ve içmenin
sonunda Vlad herkese şu soruyu sordu: “Başka ne arzu edersiniz? Bütün
dertlerinizden kurtulmak, bu dünyada eksiksiz olmak?” Herkesten olumlu cevap
aldıktan sonra Vlad bütün salonu ateşe verdi ve kimse canlı çıkamadı. Soylulara
ise bu davranışını “artık kimseye yük olmayacakları ve kimsenin ülkesinde fakir
olamayacağı” şeklinde açıkladı.
- Yabancı Elçiler: Yabancı ülkeden
iki elçi Tirgoviste’de Vlad’ın huzuruna çıktıklarında şapkalarını çıkarmayı reddettikleri
için Vlad şapkalarının kafalarına çivilenmesini emretti. Böylelikle bir daha
şapkalarını hiç çıkaramayacaklardı.
- Koku Duyusu Güçlü Soylu: 1459
yılında Vlad Dracula, St. Bartholomew Günü otuz bin tüccar ve soyluyu kazığa
geçirtti. Emirlerinin yerine getirildiğini görmenin keyfiyle Vlad, kazıklı
cesetlerden oluşan ormanın görüş alanına bir ziyafet kurulmasını ve
soylularının ona katılması emrini verdi. Yemek sırasında Vlad, bir soylunun
çürümüş cesetlerden ve boşalmış bağırsaklardan gelen kokuyu azaltmak için
burnunu tıkadığını fark etti. Bunun üzerine Vlad soylunun hemen kazığa
geçirilmesini, ancak onun kazığının daha yüksek olmasını emretti. Böylece
duyarlı soylu pis kokunun üstünde kalacaktı.
- Polonyalı Asilzade: Benedict
de Boithor, Polonyalı bir asilzade, Vlad Dracula’yı Tirgoviste’de 1458 yılının
Eylül ayında ziyaret eder. Bir akşam yemekte Vlad, altın bir kargının getirilip
asilzadenin önüne dikilmesini emreder. Daha sonra soyluya kargının neden orada
olduğunu sorar. Benedict bir soylunun prensin hatırını kırdığını ve Vlad’ın onu
onurlandırmak için koyduğunu söyler. Vlad, gerçekten de bir soyluyu
onurlandırmak için koyduğunu, ancak bu soylunun Polonyalı soylunun kendisi
olduğunu söyler. Bunun üzerine Benedict ölmeyi hak edecek herhangi bir şey
yaptıysa Vlad’ın en doğrusunu yapması gerektiğini söyler. Vlad Dracula,
cevaptan memnun, soyluyu hediyelerle ödüllendirir ve başka türlü cevaplamış
olsaydı derhal kazığa çakılacağını da eklemeyi unutmaz.
- İki Keşiş: Yabancı topraklardan iki keşiş
Vlad Dracula’yı Tirgoviste’de ziyarete gelirler. Kilise adamlarının tepkisini
merak eden Vlad, onlara bahçedeki, cesetler sarkan dizili kazıkları gösterir.
Fikirlerini sorduğunda ilk keşiş cevap verir: “Sen Tanrı tarafından günahkarları
cezalandırmak için atanmışsın.” Öteki keşiş kendinde zalim prensi suçlayacak
cesareti bulur. Alman öykülerinde hikâyenin bu kısmı, Vlad’ın dalkavuk keşişi
ödüllendirdiği, diğerini ise kazığa oturttuğu yazar. Ancak Rus ve Rumen
versiyonunda Vlad’ın dürüst keşişi cesaretinden ve dürüstlüğünden dolayı
ödüllendirdiği, diğer keşişi de dalkavukluğundan ve yalancılığından kazığa
oturttuğu anlatılır.
**Rivayete göre, öldüğünü kanıtlamak için kesik başı İstanbul'a
getirilen III. Vlad'ın Romanya'daki Snagov'da bir manastıra gömüldüğü söylenen
bedeni hiç bulunamadı.
Peki Dracula'nın mezarı nerede??
Yöre halkı tarafından aktarılan bir rivayete göre Snagov Manastırı
keşişleri tarafından Dracula’nın başsız vücudu ada manastırına gömülmek üzere
götürülür, ana sunağın altındaki bir mahzene yerleştirilerek tabutu üzerine
hüküm sürdüğü üç dönem (1448; 1456-1462; 1476) ile birlikte doğum tarihi (1431)
kazınır.
Bugün bulunduğu alana göre daha geniş bir yer kaplayan ve etrafı
duvarlarla çevrili küçük bir kale mahiyetinde olan Snagov, köylülerin
rivayetlerinde hala Drakula’nın lanetini taşıdığına inanılan bir bölgedir.
Manastırda yapılmış kazılarda kazıklandığı anlaşılan iskeletler ve kafatasları
bulunmasından hareketle bu kale hem bir işkencehaneye sahiptir hem de söylencelerin
kısmen haklı bir yönü mevcuttur; yukarıda bahsedildiği gibi Dracula’nın
hazinesi yoksa da bir dönem darphane bile bulunmaktadır.
1930’lu yılların başında Dracula’nın mezarını bulmak için adada
bir kazı çalışması başlatılır. Aramaya söylencelere binaen Dracula’nın rahipler
tarafından eziyet görmüş ruhu huzur bulsun diye, rahiplerin sürekli duaların
okunduğu sunağın dibine gömülmesinden hareketle oradaki yazıları çoktan
silinmiş ancak görkemli bir mezar taşı açılır. Taş kaldırıldığında mezarın boş
olduğu görülür. Kilisenin çeşitli yerlerinde kazılar sürdürülür…
Derken bir gün Ortodoks adetlerinde görülmemiş bir şekilde
manastırın girişinin hemen sağında daha önce görülmemiş bir mezar taşı bulunur.
Taş kaldırıldığında içinde üzeri sırma işlemeli, büyük bir kısmı çürümeye yüz
tutmuş mor bir örtüyle kaplı bir tabut bulunur. Çürümekte olan tabutun içinde
sarı yeşil ipekli parçalanmış bir giysi içerisinde başsız bir iskelet bulunur.
Ejderha Tarikatı’na ait kızıl pelerini ve pelerinin önden tutulmasını sağlayan
altın işlemeli üç düğmenin kalıntıları durmaktadır. İskeletin hemen
yakınlarında XV. yüzyıl ortalarına ait buluntulara rastlanmıştır. Pişmiş toprak
renginde, her bir köşesinde bir firuzenin bulunduğu taç kalıntısı, taşsız bir
kadın yüzüğü, küçük bir fincan ve altın ipliklerle süslü bir kemer tokası…
Arkeologlardan Dinu Rosetti’ye göre mezar Dracula’ya aittir. Ona göre din
değiştiren voyvoda, sunağın dibine gömülmeyecek denli günahkâr olduğu için
inananların ayak seslerini sürekli duyacağı bir yere gömülerek tabutun yeri
değiştirilmiştir ki ne zaman olduğu meçhuldür. Yunan keşişlerin idarede
bulunduğu esnada ya da XIX. yüzyılın başlarında yaşamış Argeş Başpiskoposu
İlarion zamanında olduğu tahmin edilmektedir.
Ancak tabi kesin bir delil vs. bulunamamıştır. Ta ki Rosetti,
buluntulardan birkaç yıl sonra Almanya’da Nürnberg Müzesi’ni ziyaret edene
kadar…
Dino Rosetti, müzede Dracula’nın mezarı olduğunu düşündükleri
mezardaki buluntuların tamamen eşi bir yüzük ve kemer tokası görür. Bir
şövalyeye kazandığı turnuva sonrası verilebilecek armağanlar olarak nitelediği
bu buluntular, Vlad Dracul’un oğluna altın kemeri ile birlikte Toledo kılıcını
miras bıraktığına dair söylentiyi ve mezarın Dracula’ya ait olduğunu da
doğrulamıştır.
Hikâyenin asıl ilginçliği buradan sonra başlamaktadır.
İkinci Dünya Savaşı esnasında Bükreş Kenti Tarih Müzesi’nde
korunan buluntular, mahkûmlar tarafından yerlerinden alınarak güvenlik altında
tutmak için Valeni de Munte dağlarına taşınırlar. Romanya’nın meşhur tarihçisi
Nicolae Jorga’ya emanet edilirler ki Jorga 1940’da Romanya’da aşırı sağcı Demir
Muhafızlar tarafından öldürülecektir. Taşıma esnasında ünlü yüzük ve
Rosetti’nin diğer buluntuları kaybolur. Çalındığı mı yoksa kaybolduğu mu
meçhuldür.
Dracula efsanesinin bir diğer ilginç noktası hiç kuşkusuz “vampirlik”
söylencesidir. Dracula daha yaşarken ve Bram Stoker öncesinde korkulu
hikâyelerin ve hatta tiyatroların konusu olmuştur. Efsanenin yayılması yine
edebiyat sayesinde olmuştur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder