6 Eylül 2016 Salı

Kazıklı Voyvoda (Kont Dracula) Tarihin En Korkunç Hükümdarı

Voyvoda III. Vlad Tepeş (d. 1431 Segeşvar, Macaristan Krallığı–ö. Aralık 1476 Bükreş yakınları, Eflak Prensliği), Kont Drakula ya da Kazıklı Voyvoda (Rumence: Vlad Țepeș14481456-1462 yılları arası ve 1476 yıllarında Eflak beyliğinin voyvodası (prens) idi.[1]

III. Vlad’ın babası ve büyük kardeşi II. Mircea (soylular tarafından gözleri yakılıp canlı canlı gömüldü) öldükten sonra Osmanlı padişahı politik gücünü korumak için, anarşinin hüküm sürdüğü Wallachia topraklarının tahtına ‘kukla’ hükümdar olarak III. Vlad’ı atadı. Ancak bu hükümdarlığı, Macaristan’ın vekil prensi John Hunyadi’nin topraklarını işgali sonucu kısa sürdü ve III. Vlad, amcası II. Bogdan’a kaçtı ve 1451 yılına kadar koruması altında kaldı.
Osmanlılar tarafından Kazıklı Voyvoda, kendi milleti Ulahlar tarafından Tepeş (cellat), Macalarlar tarafından ise Drakul (şeytan) olarak adlandırılan III.Vlad, kardeşi Radul ile birlikte 1442 yılında Eflak tarafından Osmanlılar’a rehin verilmişti. Osmanlılar’a rehin verildiğinde on iki yaşında olan Vlad, Edirne sarayında tutuluyordu. Burada Şehzade Mehmed (II.Mehmed) ile birlikte Molla Gürani’nin derslerine katıldı.


Fatih Sultan Mehmed, kendisi ile iyi ilişkiler içerisindeki Vlad’ı 1456’da Eflak prensliğine atadı. Zeki ve cesur bir yapısı olan Vlad, Osmanlılar’dan öğrendiği komuta ve idare yetenekleriyle kendisini kabul ettirdi. Boğdanlıları ve Macarları birkaç defa bozguna uğratmıştı. 


                                                                                                                                                                                                                          Osmanlı Devleti’ne sadık görünüyor, her yıl haracını bizzat padişaha getiriyordu. Padişah da kendisine hil’atler giydirip ihsanlarda bulunuyordu. Ancak Fatih, Mora ve Karadeniz sahilleri ile uğraşırken Vlad eski bağlılığını göstermemeye başladı. Artık vergilerini bizzat getirmek bir yana, hiç göndermiyordu. Kendi hükmü altındaki insanlar dahil olmak üzere çevre ülkelerin de mensuplarına zulüm etmeye başladı. Batılı kaynaklar onun işkencelerinden uzun uzun söz etmekte ve vahşi bir canavara dönüştüğünü anlatmaktadır.             
(Kazıklı Voyvoda'nın Şatosu)


III.Vlad, kazığa geçirdiği insanların oluşturduğu bir dairenin ortasında saray halkı ile beraber yemek yemekten büyük zevk alırdı. Özellikle de Türkleri bu işkenceyle öldürmek onun için bir tutku haline gelmişti. Eline Türk esirler geçince, ayaklarındaki derinin yüzülmesini, açığa çıkan etin üzerine tuz dökülmesini ve ızdırabın artması için keçilere yalatılmasını emrederdi. Bir gün şehirdeki bütün dilencileri çağırtarak büyük bir ziyafet verdi. Dilencileri iyice doyurduktan sonra masayı ateşe verdirip, hepsini diri diri yaktı. Bir defa da birkaç kadının göğüslerini kestirip yerlerine çocuklarının başlarını diktirmişti. Bazı kadınları da kazanlara attırıp haşlatıyor, etlerini çocuklarına yediriyordu.






İnsanları doğramak, kazanlarda kaynatmak için özel yöntemler uygulamıştı. Bir gün eşek üzerinde tesadüf ettiği bir papazı eşekle birlikte kazığa geçirtti. Hamile olduğunu söyleyen bir sevgilisinin karnını yarıp doğru söyleyip söylemediğine bakmıştı. Dil öğrenmek için Eflak’a gelen dört yüz Macar ve Erdelli genci casus oldukları gerekçesi ile diri diri yaktı. Bohemyalı altı yüz kadar tüccarı da Pazar yerinde kazığa vurdurdu. Bunların hepsini bir şenlik havasında yaptı.
          
          


Tüm bunlardan haberdar olan Fatih, kendisini kolay yoldan cezalandırmak istiyordu. Bunun için Silistre Beyi Kâtip Yunus Bey’i Vlad’a yollayarak vergisini bizzat İstanbul’a getirmesini istedi. Vlad ise İstanbul’a geldiğinde Eflak’ın korunması için Fatih’ten asker istediğini bildirdi. Fatih, Niğbolu sancakbeyi Hamza Bey’i bu istek üzerine Eflak’a gönderirken Vlad’ın mutlaka getirilmesini de emretti. Hamza Bey ve askerleri Tuna önüne geldiğinde nehrin donmuş olduğunu görüp beklemeye başladı. Vlad ise Fatih’in tasavvurundan haberdar mı olmuştu yoksa bir planla mı asker istemişti bilinmez, donmuş olan Tuna’yı geçerek, herhangi bir saldırı beklemeyen Hamza Bey kuvvetlerine baskın verdi. Bu baskında Kâtip Yunus Bey şehid olurken Hamza Bey de esir düştü. Bütün esirler kol ve bacakları kırıldıktan sonra kazığa oturtuldu. Hamza Bey’in kellesini Macar Kralı’na yollayarak kendisinden yardım istemişti.

Kazıklı Voyvoda bundan sonra Niğbolu, Vidin ve bütün nehir boyu şehirlerini yağmalayıp katliam yaptı ve yirmi beş bin esirle Eflak’a döndü. Bu feci durumu haber alan Fatih hiddetlenerek derhal sefer hazırlıklarını başlattı. Bizzat kendisi ordusuyla Vlad’ın peşine düştü. Osmanlı öncü birlikleri, Vlad’ın ordusunu bozguna uğrattı. Ancak Voyvoda’yı ne kadar arasalar da bulamadılar. Kazıklı Voyvoda, Macaristan’a sığınmıştı. 


Osmanlılar ile yeni barış yapmış olan Macaristan Kralı, başına yeni bir bela açmak istmiyordu. Zulümlerinden Macarların da pay aldığı Vlad’ı gelir gelmez hapsetti.
Fatih, Kazıklı Voyvoda’nın yerine küçük kardeşi Radul’u yıllık on iki bin duka vergiye bağlayarak Eflak beyliğine getirdi. Radul Osmanlılara sadakatini bozmadı.
Macaristan'da hapis kalan Vlad, 1476’da Eflak ülkesinde yeniden göründü. Boğdan ve Erdel birliklerinin desteğiyle tahtını yeniden ele geçirdi. Ancak teyakkuz halindeki Mihaloğlu akıncıları Aralık 1476’da Vlad’ı Bükreş yakınlarındaki Balteni’de iken ansızın bastırarak boğazladılar. Kesilen başını padişaha gönderdiler.

Hüküm süresi boyunca bir çok vahşete imza atmış olan Vlad Drakul, kan dökücülüğü sebebiyle vampir olarak efsaneleşmiş ve filmlere konu olmuştur.

Rakiplerini çeşitli yöntemlerle cezalandırdı ve idam etti; bu yöntemler arasında en ünlüsü olan "kazığa geçirme", ölümünden sonra kendisine "Kazıklı Vlad" (Vlad Ţepeş) adının verilmesine neden olacaktı.(Kazığa geçirilenlerin kanlarını fıçılarda toplatıp şarap gibi içtiğine dair söylentiler daha sonra onun bir vampir olduğu efsanesine neden oldu.) 
1462 yılında III. Vlad'ın ordularının yenilmesiyle Eflak yeniden Osmanlı Devleti'ne bağlanmıştı. Vlad Macaristan'a bağlı bir beylik olan Erdel'e kaçarak Macaristan kralı Matthias Corvinus'tan yardım istedi. Ancak Eflak'taki Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı yeni yönetimi tanımış olan Macaristan, yardım talebini kabul etmedi. Vlad Matthias Corvinus'un emriyle 1462 yılında tutuklandı ve Budin'e getirildi. Önce hapsedilen Vlad, daha sonra kral ve ailesiyle iyi ilişkiler kurdu. 1474 yılında sürgün dönemi sona erdi. Bu tarihten itibaren Eflak'ı yeniden ele geçirme planları yaptı. 1476 yılında kuzeni Stefan Cel Mare (Büyük Stefan) ile birlikte Eflak'a döndü ve voyvoda ilan edildi. Aynı yıl 300 askeriyle birlikte yeniden Osmanlı ordularına yenildi. Öldürülen III. Vlad'ın kesilen başı öldürüldüğünü ispat etmek için İstanbul'a II. Mehmet'e gönderildi. Vlad'ın bir vampir olduğu rivayeti Almanya, Macaristan ve Rusya'da yayıldı. Buna rağmen Romen halkı onu bir kahraman olarak görmeye devam etti. 

Vlad Dracula’nın ölümüne dair pek çok varsayım ve söylenti vardır. İlki Türklerle yapılan bir savaşta 1476 yılının Aralık ayında Bükreş’te öldüğüdür. Bir başka belge ise tam Türkleri vatanından sürerken ihanete uğrayıp bir soylu tarafından suikasta kurban gittiğini belirtir. Hatta zafer anında yanlışlıkla Türk sanılıp kendi adamları tarafından vurulduğuna dair söylentiler bile vardır. Ancak herkes tarafından kabul edilen bir gerçek var ki başı Türkler tarafından kesilip İstanbul’a gönderildi ve halkın gözleri önünde sergilenerek sonunda Kazıklı Voyvoda’nın öldüğü ispatlandı. 

Vlad Dracula’ya Ait Öyküler (Alıntı ve Çeviridir)

     - Altın Kupa: Vlad Dracula dürüstlük ve düzene karşı şiddetli ısrarcılığı ile tanınırdı ve hırsızlar, onları kazığın beklediğini bilerek nadiren onun hüküm alanında becerilerini gösterebilirlerdi. Vlad kanunlarının etkisine o kadar güvenirdi ki Tirgoviste meydanında altın bir kupa sergiledi. Kupa, Vlad’ın hükümdarlığı boyunca oradan hiç çalınmadı.
     - Hasta ve Fakirlerin Yakılışı: Refahın korunmasında titiz davranan Vlad bir gün topraklarında çok fazla fakir, dilenci, serseri ve sakat olduğunu fark etti. Wallachia’daki bütün fakir ve hastalara Tirgoviste’de yapacağı ziyafet için çağrı gönderdi. Hastalar ve fakirlerin hepsi büyük bir salona yönlendirildi ve bütün yemenin ve içmenin sonunda Vlad herkese şu soruyu sordu: “Başka ne arzu edersiniz? Bütün dertlerinizden kurtulmak, bu dünyada eksiksiz olmak?” Herkesten olumlu cevap aldıktan sonra Vlad bütün salonu ateşe verdi ve kimse canlı çıkamadı. Soylulara ise bu davranışını “artık kimseye yük olmayacakları ve kimsenin ülkesinde fakir olamayacağı” şeklinde açıkladı.  
    - Yabancı Elçiler: Yabancı ülkeden iki elçi Tirgoviste’de Vlad’ın huzuruna çıktıklarında şapkalarını çıkarmayı reddettikleri için Vlad şapkalarının kafalarına çivilenmesini emretti. Böylelikle bir daha şapkalarını hiç çıkaramayacaklardı.
    - Koku Duyusu Güçlü Soylu: 1459 yılında Vlad Dracula, St. Bartholomew Günü otuz bin tüccar ve soyluyu kazığa geçirtti. Emirlerinin yerine getirildiğini görmenin keyfiyle Vlad, kazıklı cesetlerden oluşan ormanın görüş alanına bir ziyafet kurulmasını ve soylularının ona katılması emrini verdi. Yemek sırasında Vlad, bir soylunun çürümüş cesetlerden ve boşalmış bağırsaklardan gelen kokuyu azaltmak için burnunu tıkadığını fark etti. Bunun üzerine Vlad soylunun hemen kazığa geçirilmesini, ancak onun kazığının daha yüksek olmasını emretti. Böylece duyarlı soylu pis kokunun üstünde kalacaktı.
    - Polonyalı Asilzade: Benedict de Boithor, Polonyalı bir asilzade, Vlad Dracula’yı Tirgoviste’de 1458 yılının Eylül ayında ziyaret eder. Bir akşam yemekte Vlad, altın bir kargının getirilip asilzadenin önüne dikilmesini emreder. Daha sonra soyluya kargının neden orada olduğunu sorar. Benedict bir soylunun prensin hatırını kırdığını ve Vlad’ın onu onurlandırmak için koyduğunu söyler. Vlad, gerçekten de bir soyluyu onurlandırmak için koyduğunu, ancak bu soylunun Polonyalı soylunun kendisi olduğunu söyler. Bunun üzerine Benedict ölmeyi hak edecek herhangi bir şey yaptıysa Vlad’ın en doğrusunu yapması gerektiğini söyler. Vlad Dracula, cevaptan memnun, soyluyu hediyelerle ödüllendirir ve başka türlü cevaplamış olsaydı derhal kazığa çakılacağını da eklemeyi unutmaz.
   - İki Keşiş: Yabancı topraklardan iki keşiş Vlad Dracula’yı Tirgoviste’de ziyarete gelirler. Kilise adamlarının tepkisini merak eden Vlad, onlara bahçedeki, cesetler sarkan dizili kazıkları gösterir. Fikirlerini sorduğunda ilk keşiş cevap verir: “Sen Tanrı tarafından günahkarları cezalandırmak için atanmışsın.” Öteki keşiş kendinde zalim prensi suçlayacak cesareti bulur. Alman öykülerinde hikâyenin bu kısmı, Vlad’ın dalkavuk keşişi ödüllendirdiği, diğerini ise kazığa oturttuğu yazar. Ancak Rus ve Rumen versiyonunda Vlad’ın dürüst keşişi cesaretinden ve dürüstlüğünden dolayı ödüllendirdiği, diğer keşişi de dalkavukluğundan ve yalancılığından kazığa oturttuğu anlatılır. 

**Rivayete göre, öldüğünü kanıtlamak için kesik başı İstanbul'a getirilen III. Vlad'ın Romanya'daki Snagov'da bir manastıra gömüldüğü söylenen bedeni hiç bulunamadı.
Peki Dracula'nın mezarı nerede?? 
Yöre halkı tarafından aktarılan bir rivayete göre Snagov Manastırı keşişleri tarafından Dracula’nın başsız vücudu ada manastırına gömülmek üzere götürülür, ana sunağın altındaki bir mahzene yerleştirilerek tabutu üzerine hüküm sürdüğü üç dönem (1448; 1456-1462; 1476) ile birlikte doğum tarihi (1431) kazınır.
Bugün bulunduğu alana göre daha geniş bir yer kaplayan ve etrafı duvarlarla çevrili küçük bir kale mahiyetinde olan Snagov, köylülerin rivayetlerinde hala Drakula’nın lanetini taşıdığına inanılan bir bölgedir. Manastırda yapılmış kazılarda kazıklandığı anlaşılan iskeletler ve kafatasları bulunmasından hareketle bu kale hem bir işkencehaneye sahiptir hem de söylencelerin kısmen haklı bir yönü mevcuttur; yukarıda bahsedildiği gibi Dracula’nın hazinesi yoksa da bir dönem darphane bile bulunmaktadır.
1930’lu yılların başında Dracula’nın mezarını bulmak için adada bir kazı çalışması başlatılır. Aramaya söylencelere binaen Dracula’nın rahipler tarafından eziyet görmüş ruhu huzur bulsun diye, rahiplerin sürekli duaların okunduğu sunağın dibine gömülmesinden hareketle oradaki yazıları çoktan silinmiş ancak görkemli bir mezar taşı açılır. Taş kaldırıldığında mezarın boş olduğu görülür. Kilisenin çeşitli yerlerinde kazılar sürdürülür…
Derken bir gün Ortodoks adetlerinde görülmemiş bir şekilde manastırın girişinin hemen sağında daha önce görülmemiş bir mezar taşı bulunur. Taş kaldırıldığında içinde üzeri sırma işlemeli, büyük bir kısmı çürümeye yüz tutmuş mor bir örtüyle kaplı bir tabut bulunur. Çürümekte olan tabutun içinde sarı yeşil ipekli parçalanmış bir giysi içerisinde başsız bir iskelet bulunur. Ejderha Tarikatı’na ait kızıl pelerini ve pelerinin önden tutulmasını sağlayan altın işlemeli üç düğmenin kalıntıları durmaktadır. İskeletin hemen yakınlarında XV. yüzyıl ortalarına ait buluntulara rastlanmıştır. Pişmiş toprak renginde, her bir köşesinde bir firuzenin bulunduğu taç kalıntısı, taşsız bir kadın yüzüğü, küçük bir fincan ve altın ipliklerle süslü bir kemer tokası… Arkeologlardan Dinu Rosetti’ye göre mezar Dracula’ya aittir. Ona göre din değiştiren voyvoda, sunağın dibine gömülmeyecek denli günahkâr olduğu için inananların ayak seslerini sürekli duyacağı bir yere gömülerek tabutun yeri değiştirilmiştir ki ne zaman olduğu meçhuldür. Yunan keşişlerin idarede bulunduğu esnada ya da XIX. yüzyılın başlarında yaşamış Argeş Başpiskoposu İlarion zamanında olduğu tahmin edilmektedir.
Ancak tabi kesin bir delil vs. bulunamamıştır. Ta ki Rosetti, buluntulardan birkaç yıl sonra Almanya’da Nürnberg Müzesi’ni ziyaret edene kadar…
Dino Rosetti, müzede Dracula’nın mezarı olduğunu düşündükleri mezardaki buluntuların tamamen eşi bir yüzük ve kemer tokası görür. Bir şövalyeye kazandığı turnuva sonrası verilebilecek armağanlar olarak nitelediği bu buluntular, Vlad Dracul’un oğluna altın kemeri ile birlikte Toledo kılıcını miras bıraktığına dair söylentiyi ve mezarın Dracula’ya ait olduğunu da doğrulamıştır.
Hikâyenin asıl ilginçliği buradan sonra başlamaktadır.
İkinci Dünya Savaşı esnasında Bükreş Kenti Tarih Müzesi’nde korunan buluntular, mahkûmlar tarafından yerlerinden alınarak güvenlik altında tutmak için Valeni de Munte dağlarına taşınırlar. Romanya’nın meşhur tarihçisi Nicolae Jorga’ya emanet edilirler ki Jorga 1940’da Romanya’da aşırı sağcı Demir Muhafızlar tarafından öldürülecektir. Taşıma esnasında ünlü yüzük ve Rosetti’nin diğer buluntuları kaybolur. Çalındığı mı yoksa kaybolduğu mu meçhuldür.
Dracula efsanesinin bir diğer ilginç noktası hiç kuşkusuz “vampirlik” söylencesidir. Dracula daha yaşarken ve Bram Stoker öncesinde korkulu hikâyelerin ve hatta tiyatroların konusu olmuştur. Efsanenin yayılması yine edebiyat sayesinde olmuştur…
                                                                                                                                                           










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder